Sunum konusuna bakışımı kökten değiştiren şey halka açık bir seminerde gerçekleşti.
Kariyerimin başlarındaydım. Eğitim vermek, sunumlar yapmak, sahnede olmak benim için eşsiz bir deneyimdi. Böyle olunca da birilerinin önüne çıkma fırsatı beni çokça heyecanlandırıyordu.
Bir arkadaşım bana bir belediyenin halka açık seminerler dizisi hazırladığını ve oradaki konuşmacılardan birisi olabileceğimi söyleyince fırsatı kaçırmak istemedim.
Ne de olsa konuşmayı, anlatmayı, sunmayı çok seviyorum.
Nereden bilebilirdim ki birbirinden farklı yaş, kültür, yaşam tarzı olan bir topluluğa konuşmanın ne kadar zor olduğunu 😊
Sahneye çıkıp yarı kişisel gelişim yarı psikoloji ortaya karışık bir şeyler anlattım. İnsanların yüzündeki anlamsız bakışları hiç unutamıyorum. Konunun ne olduğunu, sahnedeki heyecanlı tipin ne yapmaya çalıştıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. 😊
Sunumumda istatistikler, bilimsel kaynakların olduğu göndermeler, analizler, vb. her şey vardı.
Ama olmamıştı işte. Yerime geçtim ve rezil olmanın utancıyla oturduğum koltuğa iyice gömülmüş sıradaki konuşmacıyı bekliyordum.
Sıradaki konuşmacı sahneye çıktı ve bu seminere gelirken az önce yaşadığı bir deneyimi anlatmaya başladı.
“Yahu az önce başıma ne geldi biliyor musunuz?” diye başlamıştı sunuma.
Bu giriş cümlesiyle başlayan konuşması alkış fırtınasıyla bitmişti.
Orada aldığım dersi unutamıyorum işte😊
Anladım ki insanlarla temas kurmanın en büyük yollarından birisi ve hatta en önemlisi dinleyicilerin sizinle duygusal temas kuracakları bir hikaye anlatmaktı.
Açıkçası ben biraz geç ve acı bir yoldan öğrenmiştim bunu.
İşim gereği onlarca sunum ve konuşma dinleme şansım oluyor. Fark ediyorum ki istatistiği bol, veri yığını sunumları yapmayı halen çok seviyoruz. Bunlar olmamalı demiyorum. Olmalı ama bir farkla. Hikayesi olan sunumlara ihtiyacımız var.
Bence sunumlarda mutlaka duygu olmalı. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sizce de hikayelerin dinleyenler üzerinde bir etkisi var mı?
Comments